Çocuk yetiştirme tarzı bir anlamda toplumun aynasıdır. Çünkü eğitim, en basit tanımıyla insan yapma aracıdır. Bebekken elimize aldığımız canlıyı yetiştirip gerçek bir insan yaparken de doğal olarak toplumumuzun ideal insan tanımı bizi yönlendirir. Ebeveynlerin çocuk eğitme biçimi belli bir insan tasavvurundan hareket ederek belli özellikleri idealize eder ve o tipi yaratmak üzere pratiğe dökülür. Okul, devlet ya da cemaat gibi kurumların da birer ideal insan tipi vardır ve bunu oluşturmak üzere, belli bir amaç doğrultusunda eğitim programlarını şekillendirirler. Eğitim felsefesi kavramını basitçe böyle tanımlayabiliriz. Bundan yaklaşık elli yıl öncesine kadar bu topraklarda uygulanan -ve hala bazı bölgelerimizde kısmen devam eden- çocuk yetiştirme sistemine baktığımızda, büyüklerinin yanında varlık göstermeyen, ağzı var dili yok, itaatkar bir prototip görürüz. Hatta kolektif bilinçaltımızın aynası olan atasözlerinde durumun vahameti daha çarpıcı şekilde ortaya konur: A o mu? Çok iyi bir insandır, başına vur, ekmeğini al! Yani, bir insanın başına vurup ekmeğini alıyoruz, sesini çıkaramıyor ve bu acziyetini onun iyiliğine delil sayıyoruz Artık tasavvur ediniz, o kadar iyi bir insan ki zulüm gördüğünde, haksızlığa uğradığında bile efendiliğini (!) bozmuyor.(Oysa bu tavır olsa olsa patolojik bir özgüvensizliğe işaret eder, tabii eğer gücü yeterken irâdi şekilde geri durmamışsa). Uç noktalardan normale dönmek çok kolay olmuyor. Bir sarkacı en uç noktadan bıraktığımızda nasıl diğer uç noktaya salınmadan gelip ortada duramıyorsa aynen öyle İtaat bekleyen sistemde yetişmiş olan bugünün ebeveynleri, adeta bunun acısını çıkarmak istercesine kendilerine yapılanların tam tersini çocuklarına yapıyor. Özgüvenli olsun diye aşırı özgürlük vererek, vasat durumdaki çocuklara bile mutlaka Mozart olacakmış gibi beklenti yükleyerek çocukları kendi ideallerinin taşıyıcısı yapmaya çalışıyor. Özellikle eğitimli ve üst sosyo-ekonomik seviyeden velilerde yayılan bir moda var: Proje çocuklar yetiştirmek. Çocuğun eğilimlerine, yeteneklerine, mizacına nerdeyse hiç bakmadan ona beklentiler yükleniyor. Hem okulda en başarılı olması, hem sosyal, hem de sanatsal açıdan yeteneklerini mükemmelen geliştirmiş vesaire olması bekleniyor. Peki ama niçin? Çocuktaki potansiyeli en iyi şekilde işleyelim diye mi? Hayır maalesef, o kadar masum bir eğilim değil bu. Öyle olsa çocukta neye kabiliyet varsa onu desteklersiniz. Ama el insaf, 10 yaşında bir çocuk aynı anda hem okul takviye kursuna, hem İngilizce kursuna, hem baleye hem karateye gider mi? Bu çocuklar kendilerini sürekli başarılı olmak zorunda hissediyorlar. Başarılı olmalılar ki anneleri işyerinde veya altın günlerinde onlarla övünebilsin. Bizim çocuk çok başarılı, bütün dersleri pekiyi, resim dersi alıyor, İngilizceye gidiyor, xyz kursuna da yollayacağım, çok kabiliyetli Anne övgüleri alabilsin, helal olsun ne kadar özeniyor çocuğunun eğitimine densin diye olan çocuğa oluyor. Eğer dindar bir aileyse o zaman bu programa her şeyi yaparım dinimi de öğretirim, hiçbir şeyi eksik bırakmam anlayışına uygun olarak bir de özel din dersi ekleniyor. Çocuk da bizatihi o ailenin çocuğu olduğu için değil, -bir proje olarak- başarılı olduğu için ve ailesinin yüzünü ağartan bir performans ortaya koyduğu için sevildiğini düşünüyor çoğunlukla. Biz senin iyi yetişmen için kendimizi paralıyoruz, o halde sen de başarılı olarak bize projemizle övünme şerefini çok görme kabilinden örtülü bir mesaj alıyor çocuk ve şartlı sevgi gerçeğiyle tanışıyor. Şartlı sevgi, yani sadece istediklerimizi yapar ve bizi memnun edersen seni severiz. Potansiyel geliştirmek çocuğun yeteneklerini yönlendirerek olur, ebeveynin ukdelerini gerçekleştirerek değil. Ben yapamadım, o yapsın, ben okuyamadım, o okusun, o hep en iyi, en mükemmel yerlerde olsun demek, aslında çocuk için iyi dilekte bulunmaktan çok kendi içimizde kalan arzuları çocuk üzerinden yaşama isteğidir. O yaptığında biz yapmışız gibi gurur duyabilmek içindir çoğu kez bu amansız yarış Her ebeveyn çocuğunun başarısına sevinir, kastettiğimiz başka bir şey Onun başarısında benim de payım var, onu bu hale ben getirdim, ben yetiştirdim, bakın ne mükemmel bir anne-babayım, eserime/projeme bakın! anlamında bencilce diyebileceğimiz bir övünç/kıvanç vardır burada. Anababalar, çocuklardan beklentilerini bu bakış açısıyla yeniden gözden geçirmeli ve niyetlerini güncellemelidirler. Onları kendi hayatlarına mı hazırlıyoruz, yoksa yaşayamadıklarımızı ona yükleyip projemizi gerçekleştirmeye mi çalışıyoruz? Cemaatler bağlamında Proje Çocuklar / Gençler Cemaatler belli ilkeler etrafında toplanan fertlerden oluşurlar ve tıpkı aileler gibi kendi içinde dinamikleri vardır. Aynı değerleri paylaşan ve ortak hassasiyetleri olan insanlara aidiyet ve güvenlik duygusu verirler. Bu yanıyla cemaatleri bir tür makro aile sayabiliriz. Cemaatlerde de roller, hiyerarşi, görevler ve kurallar vardır. Tıpkı ailelerdeki gibi burada da duygusal, sosyal ve bazen de fiziksel ihtiyaçlar karşılanır. Cemaatin mensupları tarafından kollektif bir bilinç paylaşılır ve buna sahip olunmakla diğer gruplardan ayrışma gerçekleşerek biz duygusu hissedilir. Ve elbette cemaatler, içinde barınan fertlerin duyuş, düşünüş ve eyleyişlerini şekillendirir. Cemaatin mensuplarına hissettirdiği güvenlik duygusunun yanı sıra, ne zaman nasıl hareket edeceğini ve temel meselelere karşı yaklaşımının ne olacağını belirleyen normlarının olması da kişilere belli bir zihin konforu hissettirir. Karar almak zorunda kalmadan, seçim yapmanın stresini yüklenmeden yalnızca teslim olarak ve itaat ederek de mutlu ve huzurlu olunabileceğini cemaat yapıları içinde yakından gözlemleyebiliriz. Elbette bu tarz bir teslimiyet ve itaatin herkesin mizacına uymayabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır. Cemaatlerin, benimsediği değerler doğrultusunda şekillenen birer ideal toplum-ideal insan tasavvuru vardır. Bu, bazen bir ütopya şeklinde belirir. Kürsülerdeki söylevlerle, yazılı eserlerle özlenen insan ve toplum tipi idealize edilerek kavramsallaştırılır. Bazen de bu derece normatif olmamakla beraber şifahen aktarılan ve davranışlardaki farklı uygulamalarla kendini gösteren bir ideal insan tipi gözlenir. Her durumda, örtük ya da açık bir eğitim programı ile o ideal insana ulaşılmaya çalışılır. Ağaç yaşken eğilir prensibi uyarınca cemaatler de özellikle genç kitleleri eğiterek idealleri doğrultusunda şekillendirme yoluna gitmektedirler. Genci -formel ya da değil- bir süreçten geçirerek kendi değerlerini yüceltecek ve hayatına aksettirecek, cemaatin kollektif bilincini donanmış gençler yetiştirmek, ortak değerlerin bekası ve idamesi için gereklidir. Tam da burada karşımıza proje gençlik kavramı çıkmaktadır. Zorlama olan ve gerekliliği sadece egemenler (anne-babalar, liderler, ağabeyler, ablalar) tarafından öngörülen, mizacı ve bireysel yatkınlıkları gözardı eden ve proje gençler yetiştirmeyi hedefleyen yaklaşımlar muhatabına çoğu kez zulmetmektedir. Zira zulmün kelime karşılığı bir şeyi asıl yerinin dışına koymak, asıl yerinden ayırmaktır. Şair ruhlu bir gençten bir savaşçı-mücahid çıkarmaya çalışmak nasıl ona zulümse, dışadönük mizaçlı, aksiyoner ve cevval bir genci akademik-ilmî bir yolda ilerleyip bu yolla toplumda var olmaya zorlamak da aynı şekilde zulümdür. Ebeveynler çocuklarının mizacını ve istidadını hesaba katmadan kendi ideallerini ve beklentilerini çocuklarına yüklediklerinde öngörülen sonuç alınsın ya da alınmasın- nasıl çocuğa zulmetmiş oluyorlarsa, cemaatlerin de proje gençlik yetiştirme çabaları çoğu kez aynı sebeplerle akamete uğramıştır ve uğrayacaktır. Zira gül fidanından gül yetiştirmeye çalışıyorsak yani ideallerimizle gencin mizacı ve bireysel yatkınlığı örtüşüyorsa ne âlâ, ancak çoğu kez istediğimizi oldururken mesela bir söğüt fidanın kolunu kanadını kırıp kendi istediğimiz şekli vermeye çalışıyor ve nihai olarak kaybediyoru. Ortaya belki bir şey çıkıyor ama bu, o malzemeden (insan kaynağından) ortaya çıkabilecek olanın en iyisi olmuyor. Çok iyi bir tezhip sanatçısı olabilecekken ailesinin zorlaması ile doktor olan ve vasat altı bir performansla mesleğini icra eden kişiyi toplumun geneli başarılı addetse bile hakikatte yaşanan şey insan ve yetenek israfıdır. Bu anlamda cemaatler de -kısmen- hedeflerine ulaşmış görünseler de altta yatan zaiyatı araştırmak için detaylı analizler yapılmalı ve öncelikle eldeki insan kaynağının nitelikleri ve bireysel yatkınlıkları dikkate alınarak eğitim programları şekillendirilmeli ve elbette herkes şâkilesine[1] göre hareket etmelidir.
[1]Herkes kendi şâkilesine (mizaç ve meşrebine) göre iş yapar. İsrâ 84
*Bu yazı Nida Dergisi'nde yayımlanmıştır. |