Her birimiz belli bir potansiyelle doğar ve çeşitli yetenekler taşırız. Hiçbir alanda kabiliyeti olmayan bir insandan söz edilemez. Yaratıcı hiç kimseyi es geçmemiş hepimizi farklı özelliklerle donatmıştır. Ancak yeteneksiz, beceriksiz ya da başarısız görünen insanlar vardır ki onlar da çeşitli sebeplerden içlerindeki cevheri ortaya koyamamışlardır. İçindeki potansiyeli açığa çıkarma, psikolojide kendini gerçekleştirme olarak ifade edilir.
Maslowa göre insan ihtiyaçları birbirini tamamlayan hiyerarşik bir gelişme düzeninde belirir. Maslow beş önemli insani ihtiyaçtan söz eder. Bunlardan ilki yemek yemek, su içmek, cinsellik gibi fizyolojik ihtiyaçlardır. Bunlar karşılandıktan sonra beliren ihtiyaç, güvenlik ihtiyacıdır. Acı ya da korku verici durumlardan uzak olmak, süreklilik, bağımlılık, düzen, kanun gibi ihtiyaçlar güvenlik tanımına girer. Üçüncü ihtiyaç, ait olma ihtiyacını da kapsayan sevgi ve yakınlık ihtiyacıdır. Yeterli barınak ve güvenliğe ulaşmış insan, yakınlığa, sevebileceği bir insana ya da aileye, eş ve çocuklara ihtiyaç duyar. Sevgi ihtiyacı karşılandıktan sonra beliren dördüncü ihtiyaç, kişinin kendine olan saygısı ve başkalarının gözünde itibarı için, değişmeyen sağlam temellere oturtulmuş saygı ve itibar ihtiyacıdır. Bu ihtiyaç güç, başarı, yeterlilik, bağımsızlık ve özgürlük gibi kişinin özgüveni için arzuladıkları kadar, ün, prestij, statü, şöhret gibi diğer insanların da saygısını kazanmaya olan ihtiyaçtır. Bu piramidin en uç noktasındaki ihtiyaç, enerji ve kapasitesiyle ulaşabileceği en üst düzeye ulaşmasını sağlayan kendini gerçekleştirme ihtiyacıdır. Kendini gerçekleştirmek, var olan potansiyel ve enerjisini tümüyle yaşama geçirmek ve olabileceği insanın bütünü olmaya çalışmaktır.
Maslowun kuramı bu gün eleştirilmektedir çünkü bir alt basamaktaki ihtiyaç karşılanmadan bir üst basamağa geçilemeyeceğini savunmaktadır. Halbuki tarihe baktığımızda sayısız mahrumiyetler içinde bulunan bir çok insanın bu yoksunlukları aşarak kendilerini gerçekleştirdiklerini görürüz. Yine bir insan ömür boyu dar bir bütçeyle yaşayıp fizyolojik ihtiyaçları için çabalarken, aynı zamanda güven ve aidiyet, sevme, sevilme ihtiyacı duyabilir. Saygın ve muteber biri olmaya ihtiyaç duyabilir. Bazen ihtiyaçlardan biri ön plana çıkmakla beraber, insan bunlar arasında eş zamanlı geçiş ve sıçramalar yapar.
Biz bu tartışmayı bir kenara bırakıp kuramda ortaya konan kendini gerçekleştirme kavramı üzerinde duracağız. Evet insan kaba tabirle karnını doyurduktan, diğerleri gibi topluma karıştıktan sonra bir şeylerin eksikliğini fark eder. Kendine sunulan hayatı herkes gibi yaşayıp giderken hayata dair yapacaklarımın hepsi bu mu? şeklinde bir hisse kapılır ve çoğu kez bunu adlandıramaz bile Sosyal hayatı erkeklere oranla daha sınırlı ve renksiz olan kadınlar bu sıkıntılarını dile getirdiklerinde aç değilsin, açıkta değilsin, sana rahat mı batıyor gibi tepkiler almaktadırlar. Yiyip içmek, giyinmek, her gün aynı rutini yaşamak insana yetmez oysa Daha doyum verici başka bir şeyler olmalıdır.
Pek çok kadında sık rastlanan depresif duygular, güvensizlik, aşırı duyarlılık, aşırı alınganlık, asabiyet veya bu duyguların bedene atılıp psikosomatik rahatsızlıklara dönüştürülmesi, aslında kullanılmamış enerjinin bedende yarattığı paslanma etkileridir. Kullanılmayan enerjiler, kullanılmayan madenler gibi pas tutmaya meyillidir. Ruhsal paslanma, derin güvensizlik, depresif duygular, asabiyet ve birçok psikosomatik rahatsızlığın kaynağıdır.
Yine trafik-iş-trafik-uyku döngüsünde yaşayan erkeklerin de şehir ve iş hayatının yıpratıcı şartlarından dolayı kendilerine ayıracak vakti kalmıyor maalesef. Okumak, gezmek, balık tutmak, bir sporla ya da sanatla ilgilenmek insanın ruhunu doyurabilecekken kalan boş vakitler çoğu kez aileye bile ayrılamadan heba olup gidiyor. Ve insan dünyaya hangi potansiyelle geldiyse onu işleyememenin acısını çekiyor. Her birimiz büyük sanatçı, bilim adamı, sporcu, yazar vs. olmak durumunda değiliz, kastettiğimiz inkişaf bu değil. Bizde ne varsa onun ortaya çıkmasıdır. İçimizdeki şey bir elma çekirdeğiyse iyi bir elma ağacı olmaya çalışmalıyız. Gül veya çınar olmaya değil. Bizi depresyona sokan, hep treni kaçırmış gibi hissetmemizi sağlayan işe yaramazlık ve yetersizlik duyguları ancak kendimizi tamamladığımız zaman dinecektir. |