KATEGORİLER
BASINDA BİZ
TV Programları
Radyo Programları
Yazılı Basın
SİZDEN GELENLER
Konuk Defteri
Danışma Hattı
SİTEMİZE ÜYE OL
SİTEMİZİN İSTATİSTİKLERİ
Üye Sayısı : 2396
Ziyaretçi Sayısı : 35561
Online Ziyaretçi : 12
Anasayfa | Özgeçmişim | Eğitimlerim | Danışmanlık Seanslarım | Foto Galeri | İletişim

Dua ve Psikoloji

Ruhsağlığı, kişinin kaygıdan, rahatsız eden ve işlev kaybına yol açan semptomlardan uzak, içinde yaşadığı topluma, kendisine yüklenen rollere uyum sağlamış olması ve gündelik yaşamın beklentileriyle ve stresiyle normal sınırlar çerçevesinde başa çıkabilmesi olarak tanımlayabileceğimiz bir ruhsal denge durumudur. Ancak bu denge ve uyum, katı ve statik bir nitelikte olmayıp, bilakis dinamik ve esnek bir uyum süreci içerisinde seyreden bir yapıya sahiptir. Psikanaliz ekolünün kurucusu olan S. Freud ise, ruh sağlığını ayrıntıya girmeden sevmek ve çalışmak şeklinde iki kelimeyle özetlemiştir.

Bilim gelişip ilerledikçe insanlar günlük yaşamda bazı kolaylıklara kavuşmakla beraber bir zihniyet dönüşümü de yaşanmıştır. Bilim ilerledikçe dinlere ihtiyaç kalmayacağı ön kabulü, insanları yoğun bir şekilde etkilemiştir. Bilhassa 18. yüzyılda aydınlanma çağının etkisiyle din, eski moda, ilkel bir olgu olarak kabul edilmeye başlanmış ve dışlanmıştır. Bu yaklaşıma göre insanoğlu güçsüz ve bilgisiz olduğu dönemde korktuğu doğa olaylarını ve evreni açıklamak için din olgusunu yaratmıştır. Şimdi ise yağmurun, kasırganın ve depremlerin sebeplerini çözdüğümüze ve teknoloji sayesinde pek çok imkana sahip olduğumuza göre bir  Tanrıya ihtiyacımız kalmamış olmalıdır (!).  Ya da en azından aydınlanmacılara göre öyledir Üstelik sadece fen bilimciler değil, insanı anlamaya çalışan felsefeciler, psikolog ve sosyologlar da aydınlanma paradigmasının etkisiyle o dönemde böyle düşünmüşlerdir.

Ancak bilimsel ve teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerlemesine ve evren hakkındaki bilgimiz günbegün artmasına rağmen aydınlanma düşünürleri haksız çıkmıştır. Bilim ve teknoloji geliştikçe insanlar beklendiği gibi dini terk etmemişlerdir. Aksine, önceleri dine mesafe koyan modern toplumlar, postmodernizmle tekrar manevi arayışlara başlamışlardır. Zira bilimsel ve teknik gelişmeler hayatı kolaylaştırmaya yetse de insanın varoluşsal sorunlarını çözmek yerine daha depresif bir ruh haline giren insanoğlu, yeniçağ manevi arayışları olarak da isimlendirilen çeşitli yaklaşımlarla, yüce bir varlığa ve/veya güce inanma, bağlanma ve dua etme ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmıştır.  

Ruhsağlığına dinin etkilerini araştıran bilim insanlarından Koenig,  2000 yılından önce bu alanda yapılan 700 çalışmadan 500ünün (% 71) dinle ruh ve beden sağlığı arasında olumlu bir ilişki olduğunu ortaya koyduğunu belirtmektedir. Bu analize göre;  93 çalışmanın 60ında, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerin daha az depresyona girdikleri, depresyonu olan kişilerin de daha hızlı iyileştikleri; 68 çalışmanın 57sinde intihar olaylarının daha az görüldüğü; 69 çalışmanın 35inde daha az kaygılarının olduğu; 120 çalışmanın 98inde daha az uyuşturucu madde kullandıkları; 114 çalışmanın 94ünde psikolojik açıdan daha iyi bir durumda, daha ümitli ve iyimser oldukları; 16 çalışmanın 15inde hayatta daha fazla amaç ve anlam buldukları; 38 çalışmanın 35inde evliliklerinde daha mutlu oldukları ve eşleriyle iyi geçindikleri; 20 çalışmanın 19unda daha fazla sosyal destek aldıkları görülmüştür.[1]

Yapılan araştırmalar dinin sadece ruh sağlığına değil,  aynı zamanda beden sağlığına da önemli katkılar sağladığını göstermektedir. Yine 2000 yılından önce bu alanda yapılan araştırma sonuçlarını özetleyen Koenig şu bilgileri vermektedir: 5 çalışmadan 5i de dini inanç ve uygulamaların bağışıklık sistemini güçlendirdiğini; 7 çalışmadan 5i kanser hastalığına ilişkin ölüm oranlarını düşürdüğü; 11 çalışmadan 7si daha az kalp hastalıkları ve daha iyi kardiyolojik  sonuçların olduğunu; 23 çalışmadan 14ü daha düşük kan basıncı olduğunu; 3 çalışmadan 3ü daha düşük kolestrolü olduğunu; 25 çalışmadan 23ü daha az sigara içtiklerini; 5 çalışmadan 3ü daha fazla eksersiz yaptıklarını; 2 çalışmadan 2si de daha iyi uyku düzenine sahip olduklarını ortaya koymuştur. Ayrıca dindarlıkla yaşam süresi arasındaki ilişkiyi araştıran 52 çalışmadan 39unda (% 75),  dindarlık seviyesi daha yüksek olan kişilerin,  diğerlerine oranla daha uzun süre yaşadıkları bulunmuştur.[2]

Aydınlanmacı paradigma her ne kadar dini gündem dışına itmeye çalışsa da pek çok araştırmacı dindarlıkla ruh ve beden sağlığı arasında olumlu bir ilişkinin olduğunu kabul etmektedir.

Dua, zikir ve meditasyon gibi uygulamalar, vüducun kendini dinlendirdiği zamanlar olduğundan, sempatik sinir sisteminin etkilerini düzenler, kas kasılmalarını azaltır, düşük kan basıncını düzenler, kalp atışı hızını düşürür ve beyin dalgalarını değiştirir. Tüm bu dinlenme ve rahatlama biçimleri de sağlığa ciddi derecede etki eder.

8,000 üyeli Hıristiyan Tıp ve Diş Hekimleri Kurumu,  kendi dini inançlarının,  kişisel ve mesleki hayatları için mutlak anlamda ciddi bir husus olduğunu ve bu inancı kendi kliniklerinde uyguladıklarını belirtmişlerdir. Söz konusu doktorların yarısından fazlası, depresyonlu ve alkolik hastaları için duayı bir tedavi aracı olarak tavsiye ettiklerini belirtmişlerdir.[3]

Özellikle de cemaatin,  hasta kişiler için ettiği dualar son derece anlamlıdır. Kişinin adına dua edilmesi, o kişiye değerli olma hissini kazandırır. Ayrıca diğerlerinin hasta için duası, kontrolün Allahın elinde olduğu inancı güçlendirir. Araştırmalar,  sosyal desteğin stresli durumlarda stresle başa çıkmada önemli bir kaynak olduğunu göstermektedir. Cemaat üyelerinin hastaları ziyareti, onların ihtiyaçlarını karşılamaları ve benzeri etkiler de hasta için son derece güçlü bir moral kaynağıdır.[4]

Prof. Dr. Nevzat Tarhanın ifadesiyle kulluğunu anlayan, gücünün sınırlarını bilen bir kimse duanın faydalarını hemen görür. Birinci faydası yalnız olmadığını hissetmesi, ikinci faydası ümidi ayakta tutabilmesi, üçüncü faydası bir şeyler yapabilme konusunda ilk adımı atmış olması, dördüncü faydası tüm gücü ile uyanık, dopdolu olabilmesidir.

Ayrıca, psikolojik bütünlüğü bozulan ve kontrolü kaybetme duygusuyla yoğun sıkıntı yaşayan insan eğer zihinsel bir sığınak oluşturabilirse kaygısını azaltabilmektedir. İşte kişi, ölüm anksiyetesi ve onun oluşturduğu panik ve kontrolsüzlük hissini ancak Allah inancıyla ve dua ile yenebilir. Bunun için Amerikalılar ''Düşen uçakta ve siperde ateist yoktur.'' demektedirler. 

 



[1] Harold G. Koenig, Religion, Spirituality, and Medicine: Research Findings and Implications for Clinical Practice, Southern Medical Journal, vol. 97, no. 12 (December 2004), s. 1195. (Aktaran: Mustafa Köylü)

[2] Koenig, Religion, Spirituality, and Medicine, s. 1195. (Aktaran Mustafa Köylü)

[3] Galanter, Spiritual Recovery Movements , Aktaran: Mustafa Köylü

[4] Marc A. Musick ve arkadaşları, Religious Activity and Depression Among Community-Dwelling Elderly Persons with Cancer: The Moderating Effect of Race, The Journal of Gerentology, Aktaran: Mustafa Köylü

*Bu yazı Diyanet Aylık Dergi'de yayımlanmıştır. 

Facebookta Paylaş    Twitter Paylaş

 Tüm hakları saklıdır.