Modern zamanlarda yaşam biçimlerimiz nasıl değiştiyse annelik biçimlerimiz de değişti. Çocuk eğitimindeki anne tutumlarından bahsetmiyorum ama: Otoriter anne, mükemmeliyetçi anne, pasif anne vesaire diye seminerlerde anlattıklarımız değil, onlar başka. Disiplin bağlamında bunlar sayılabilir. Annelik biçimlerinden kastım, anneliği algılama, yorumlama biçimimiz yani bir bakıma annelik olgusunu nasıl yaşadığımız...
Mesleki deformasyon bu olsa gerek, çevremdeki insanlar arasındaki ilişkileri gözlemleyince ister istemez içimden küçük teşhisler koyuveriyorum. Biliyorum etik değil, biliyorum birkaç gözlemle teşhis konmaz, anamnez almak ve belki daha bir sürü test, ölçümleme gerekir. Ama canım, ben de zaten içimden koyuveriyorum teşhisimi. Yafta yok, etiket yok. İç sesimi de susturayım mı?
İşte böyle âlemi seyreylerken değişik annelik biçimleri fark ediyorum bir zamandır. Patolojik, yabancı gelen, abartılı, yapaylık kokan annelik biçimleri Reklam kokan hareketler bunlar der ya hani Cem Yılmaz, o hesap. Anlatayım efendim: Depresif Anneler: Çocuk doğurduktan sonra üstlendikleri sorumluluklardan dolayı mutsuz, sanki ceza çekiyormuş gibi hayata küskün yaşayan annelerdir. Başka sebeplerle depresyonda olanları kastetmiyorum, onlar konu dışı. Bunlar, belki hazır olmadıklarından, belki bebeği ayak bağı olarak gördüklerinden olacak, anneliği sevemiyor, benimseyemiyorlar. Çocuğun gayet normal olan gece uyanmaları, ağlamaları falan onlara Nazi zulmü gibi geliyor ve ah ben ne talihsiz bir kadınım diye algılıyorlar anneliği. Bir de hayallerine, ideallerine kavuşmak için hiçbir ciddi adım atmamış olan, bunu hep erteleyen gruptan ise değmeyin, bin ah işitirsiniz. Bütün içte kalan uktelerin, gerçekleşememiş heveslerin faturası minik bebeğe kesiliverir. İşte ben de çok şey yapmak istiyorum ama çocukla olmuyor, yoksa neler yapacağım ama Sanırsınız bebeciği olmasa bir koşu gidip astronot falan olacak. O zaman sormazlar mı insana, bebekten önce ne yaptın, hangi adımları attın ki bebek şimdi bunu kesintiye uğratmış gibi davranıyorsun? diye... Bebek bahane oluyor, tembelliğin, hayata geçmemiş tasarıların önündeki engel gibi sunuluyor, yarım kalmış, tatminsiz bir hayatın sorumluluğu onun minik omuzlarına yükleniveriyor. Maalesef Kitâbî, Yapmacık Anneler: Çocuk eğitimi kitaplarını, trendlerini çok sıkı takip eden, o çevirileri de hiç süzmeden, hazmetmeden gayet sûnî biçimde uygulamaya çalışan anneler. Okumak şart. Ancak okuyup öğrendiklerini yorumlamak ve hayata geçirmek ayrı, bize uymayan senaryoları ve garip bir çeviri dilini kullanmak ayrı. Bu ikincisi, anne-çocuk arasındaki sıcaklığı ve doğallığı öldürüyor gibi. Elbette kitap, bilgi ve seminer gerekli, faydalı. Ama bunları bir yorumlama, harmanlama ve çocuğumuzun karakterine göre damıtma süreci gerekiyor. Her zaman söyleriz, her çocuk kendi kitabını yazar. Psikoloji kitaplarındaki bilgiler hep genellikle ibaresi ile başlamak zorundadır. Çünkü insan, multifaktöriyel (çok sayıda etkenle şekillenen) bir varlıktır. Öğrendiğini yorumlama ve indirgeme becerisi eksik olunca da şöyle anne konuşmaları çıkıyor ortaya: (2 yaşlarındaki bebeğe, annesi yüksek sesle ve uzatarak şöyle diyor) Seeen beni üzüyoorrsuuuunnn!!! Ya da 4 yaşındakine yaramazlık yaptığın için o köşeye gidip durman gerekiyor Boracan. Git ve düşün, neden bu cezayı hak ettim diye. 4 yaşındaki çocuk ne tür bir sonuca varabilir ki cezanın anlamıyla ilgili? Bir de tek konuları çocuktur zaten ve çeşitli ortamlarda biteviye anlatırlar: Çocuğa şöyle davranmak lazımmış, böyle dememek lazımmış, ay acaba bizimki indigo çocuk mu, çoklu zeka şeysine baktırsak acaba hangi zekası yüksektir, bence çocuğunla konuşmayı denemelisin Ayten, onunla diyalog kur, seninkinde hiperaktiflik de olabilir baktırsana bir pedagoga vesaire vesaire Böyle zamanlarda meslekten soğurum. Ülkemizde futbol, müzik, siyaset ve psikoloji konusunda herkes uzmandır ya hani. Anlatır anlatır, sonra da bilgi yarıştırmak isterler, çünkü onlar bilgili, çok bilgili annelerdir. Yarım yamalak bilgiyle ahkam kestikleri konuda kitap(lar) da yazmış olsam, susarım. Bu tür anne, uzman annedir çünkü, karşısında durulmaz. Teşhirci-Abartılı Anne: Bu tür kadınlar, ünlü annelerin de katkısıyla annelik olgusunu ilk defa kendileri keşfetmiş gibi manik bir annelik hali sergiliyorlar. Bir nevi görmemişin bir oğlu olmuş sendromu (!) diyebiliriz. Depresif annenin aksine bu da hayatındaki bütün boşlukları çocuğuyla doldurur. Ünlü annelerden pek çok örneği var, isim vermeyelim de cevap hakkı doğmadan meramımızı anlatalım: Anneliğini teşhir eder, abartır. Sürekli aman Allahım çocuğum hayatıma anlam kattı (ya ne katacaktı), aşkımızın meyvesi, onunla herr bir şey daha güzel, sahneler de bir yana, setler de, ille de oğulcanım, kızımnazlım diye diye yavrusuyla koklaşırken baygın baygın bakan pozlar verirler. E, tamam? İlk defa siz anne olmuyorsunuz ki? Hem herkesin yavrusu kendine tatlı, kendine özel ve güzel. İlan-ı aşklarınızı toplum önünde bir şova dönüştürmeseniz olmaz mı? Bir de bunun bloglanmışları var. Anneler bebekleri için blog açıyor, bolca fotoğraf yığıyor, sonra da bugün parka gittik yavrumla, öbür gün doğumgünüydü ne eğlendik, daha öbür gün alışveriş merkezinde kustu minik kuşum, ayy hafta sonu ailece Polonezköye gittik, çok güzeldi (eşimle de mutluyuz yani, gözden kaçmasın, Allahım ne şanslı ve ayrıcalıklı bir kadınım ben yahu mesajı) falan yazıyorlar. İyi, güzel de bundan bize ne? Dahası bunları ilan ettiğiniz bütün dünyaya ne? Denebilir ki blog zaten günlük değil mi? Kadın da orada günlük tutuyor. Tamam tutsun. Zaten herhalde halaları, teyzeleri dışında pek de kimse okumaz, kime ne veriyor, ne katkı sağlıyor ki? Bilirsiniz uzun uzadıya çocuğundan bahseden kadınlara nasıl bakılır? Hayatının bütün boşluklarını çocuğunun beziyle, hastalığıyla, agularıyla doldurmak çok da orijinal bir varoluş değildir. Bir nevi çocuğu kullanarak hayatını anlamlandırma yükünü bebeciğin omuzlarına yıkmaktır yine yapılan. Oysa bu kadar tiyatroya ve şova dönüştürmesek de zaten bir bebek hayata anlam katar. Meşgul Anneler: Her daim yapılacak çok işi olan, bir nevi dünyayı kurtaracak annelerdir. Bu yaptıkları profesyonel bir iş de olabilir, bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü çalışmak da yeter ki kendini evle tanımlama alerjisine iyi gelsin. Bu anneler bu yoğun hayatlarının içinde bebeğe yer açmakta zorlanırlar. İsterler ki bebekten dolayı hiçbir işleri aksamasın, performanslarında en ufak bir düşüş olmasın. Bunu da çevrelerine ders verir gibi yaparlar. Bebek 3-4 aylıkken işine dönenler mi ararsınız? Ya da o dernek/vakıf toplantısı senin, bu kermes benim gezerken çocuğu yanında çanta gibi taşıyanları mı? Üretken olmak, hayata katılmak elbette çok güzel. Ama bir bebek, en azından hayatının ilk yıllarında anneyle doya doya beraber olmalıdır. Annenin dışarıdaki görevi ne olursa olsun bebeğini ihmal etmeyi, o yokmuş gibi düzenini devam ettirmeyi gerektirecek kadar önemli olamaz. Hoş, hiçbirimiz dünyayı kurtarmıyoruz ve vazgeçilmez de değiliz. Ekonomik açıdan çaresiz olmadıkça çocuğun okul öncesi döneminde ondan ayrı kalmanın mazereti olamaz. Önemli işlerimiz, misyonlarımız olabilir. Ama hayatın doğal seyri içinde anne olunduğunda bir 3-5 yıl yoğunluğumuzu hafifletmek de bizden bir şey eksiltmez. Aksine öğrendiklerimizle ve anneliğin o eşsiz tecrübeleriyle bira daha başka biri olarak zamanı geldiğinde dönebiliriz işimize. Belki terfimiz gecikir ama buna değer diye düşünüyorum. Elbette gerçek duygulardan kaynaklanan tutumlar bunlar. Doğumdan sonra bir insanın kendini engellenmiş hissetmesi gayet doğaldır, bir yere kadar tabii. Hayatının sorumluluğunu bebeğe yıkmayacak kadar Öğrendiklerini uygulamalı ancak her çocuğun bir kitap olduğunu unutup ezberlerini çocuğa yamalamadan Ya da bebeğine duyduğu coşkulu sevgiyi göstermek isteyebilir insan, tabii bunu bir şova dönüştürmeden Gördüğümüz gibi hepsinde denge gerekli. Bu tavırların arka planında da egolarımız var maalesef. Ben bilirim, ben yaparım, ben var ya ben, başka annelere benzemem Yaptığımız şey çocuğumuz için en iyisi ise eyvallah. Ama çoğu kez o annelik biçimiyle biz egomuzu tatmin ediyoruz, kendimizi varediyoruz onların üstünden. Biraz olsun kendi içimize dönüp sormalı: Bu yaptığımın bebeğime mi faydası var, bana mı? |