Aşk birisine şiddetle sarılma, onunla aynı
yerde olma özlemidir. Onu kucaklayarak bütün dünyayı dışarıda bırakma
arzusudur. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir"
Orhan Pamuk
Aşk, çoğu insan için hayatın tadı
tuzudur. Hayatı renklendiren, anlamlandıran, içimizi ısıtan ama bazen de
çekilmez hale getiren, karmaşalı ve sancılı bir duygu fırtınasıdır aşk
Aşk, en temelde bizim yakınlık
ihtiyacımızla ilgili bir olgudur. Kişi bu ihtiyacı derinden hissettiğinde aşka
hazır, açık hale gelir. Çevresindeki potansiyel adaylardan birine, ilk fırsatta
bu duyguları hissetmeye başlar. Yani içinde büyüyen aşkı ona yansıtır. Çoğu kez
bunun karşıdaki kişiden kaynaklı olduğunu düşünürüz. Yani O, öyle güzel, özel
ve farklıydı ki gönlüm ona akıverdi, aşık oldum denir. Eğer bunun sebebi
gerçekten muhatabın çok güzel, özel ve farklı olması olsaydı, onu gören
herkesin Ona aşık olması gerekmez miydi? Bunca insanın kayıtsız kaldığı, hatta
bazen Ne buldun Onda? Anlamıyoruz denilebilen kişilere de delice aşık
olanlar varsa eğer, bunun sırrı maşukta değil aşığın kendisindedir.
Aşkta Pygmalion Etkisi
Bizim beklentilerimiz ve
yansıttıklarımız, karşımızdakini algılama biçimimizi ciddi şekilde etkiler. Biz
adeta sevdiğimizi kendi zihnimizde yeniden yaratırız. Bu anlamda aşk aslında
kişinin kendi içsel sürecidir.
Yunan mitolojisindeki Pygmalionun
öyküsü de bu gerçeği sembolize eden çok vurucu bir mittir.
Hikayeye göre Kıbrıs adasında
Amathontusda Pygmalion adında bir heykeltıraş yaşardı. Bu adam mesleğine
aşıktı. En büyük zevki yaptığı heykelleri seyretmek ve onlar arasında zaman
geçirmekti. Pygmalion, bir gün fildişinden çok güzel bir kadın heykeli yaptı.
Bu heykel o kadar güzel, o kadar gönül alıcı oldu ki heykeltıraş yaptığı bu
heykele aşık oldu.
Onu candan sevdi. Ancak ruhu
olmayan heykel, Pygmalionun sevgisine karşılık veremiyordu.
Aphrodite bu dertli aşığa merhamet
etti ve heykeli canlandırdı. Pygmalion da aşkına böylece karşılık bulmuş oldu.
İşte efsanedeki Pygmalion gibi,
insanoğlu/insankızı da çoğu kez sevdiğini kendi yaratır. Ona ideal nitelikler
atfeder, sonra da bu ideal özelliklere hayran/aşık olur.
İnsan aşıkken sevdiğinin en basit
yönlerini bile gözünde büyütüp abartmaya başlar. Onları zorlarsak sevdikleri
kişinin olumsuz yönlerinin elbette bir listesini yapabilirler. Ancak ya bu
algıları görmezden gelir ve bastırırlar ya da kendilerini bu kusurların
benzersiz ve çekici olduğuna inandırırlar.
Oysa sevgiliye değer kazandıran, dünyanın en güzeli ve iyisi olması
değil; sizin sevgiliniz olmasıdır. Fiziksel ve ruhsal açıdan sevgilinizden daha
üstün olan çoktur belki. Ama hiçbiri sizin sevgiliniz gibi değildir. Öyle
birine rastladığınızda aşkınızdan vazgeçip hemen daha iyi ve daha güzel
olana yönelmezsiniz. Çünkü onu değerli ve önemli kılan, sizin aşkınızdır.
Gerçekten de kimi aşıklar neredeyse
sevdiklerine kusurları yüzünden tapar. Örnek mi? Buyurun:
Genç
adam: 2 yıllık evliyim. Eşim çok dik başlı, söz dinlemiyor, asi bir tabiatı
var. Bu bana çok zıt, kaldıramıyorum. Onunla evlenerek hayatımın hatasını
yaptım. Boşanmak istiyorum.
Terapist:
Evliliğinizin öncesine bir bakalım, evlenmeden önce onu tanıma fırsatınız oldu mu?
Genç
adam: Evet, birbirimize aşık olduk. 2 yıl flört ettikten sonra evlendik.
Terapist:
Peki, eşinizin dik başlı biri olduğunu ifade ettiniz. Bunu evlenmeden önce hiç
fark etmiş miydiniz?
Genç
adam: Tabii, elbette.
Terapist:
Peki bu durumla nasıl başa çıkmayı düşündünüz?
Genç adam: O zaman bu inatçı, dik başlı
tavırları bana cazip geldi ve ileride sorun olacağını hiç düşünmedim.
Çoğu kişi aşıkken, apaçık gerçeği
umursamayarak sevdiğinin olumlu özelliklerinin üzerine titrer. Olumsuz
özellikleri de estetize ederek olumlu gibi algılamayı seçer. Buna göre
patavatsız biri açık sözlü, özgüvensiz biri hassas ve duyarlı, bağımlı biri
deli gibi aşık ve duyarsız biri cool olarak görülebilir ve bizzat olumsuz
özelliklerinin kendisi kişiyi sevdiren unsurlar haline gelir. Buna pembe lens
etkisi deniyor. Hayata ve özellikle sevilen kişiye pembe gözlüklerin ardından
bakmamızı ve pespembe görmemizi sağlıyor. Tabii ki bu lenslerin ya da pembe
gözlüğün etkisi ömür boyu sürmüyor, bir süre sonra o geçici körlük ortadan
kalkıyor ve gerçeği, olduğu gibi görmeye başlıyoruz.
İşte tam bu noktada mantık uyanmaya
başlıyor ve karşımızdakini yeniden değerlendiriyoruz: Bu noktada şapkasını
önüne alıp düşünen kişi Bana göre biri mi? Ben bu adamda/kadında ne buldum?
ya da doğru kişiyi sevmişim, bir ömür onunla olmak istiyorum denilebilir.
İlkinde hüsran ve hayal kırıklığı varken, ikincide ise mutlu bir beraberliğin
başlangıcından söz edebiliriz. Aşkın sonu çoğunlukla sürprizli biter. Acı
sürprizlerden uzak olmanız dileğiyle |