KATEGORİLER
BASINDA BİZ
TV Programları
Radyo Programları
Yazılı Basın
SİZDEN GELENLER
Konuk Defteri
Danışma Hattı
SİTEMİZE ÜYE OL
SİTEMİZİN İSTATİSTİKLERİ
Üye Sayısı : 2396
Ziyaretçi Sayısı : 35568
Online Ziyaretçi : 22
Anasayfa | Özgeçmişim | Eğitimlerim | Danışmanlık Seanslarım | Foto Galeri | İletişim

bizimaile.com - Güzellik kavramının içi sağlıklı bir biçimde doldurulmalı!

Tarih boyunca içi farklı şekillerle doldurulmuş güzellik ve beden algısını Uzman Klinik Psikolog Rukiye Karaköse ile konuştuk...

Dilerseniz ilk olarak zaman içerisinde deği­şerek, günümüze gelen güzellik algısından başlayalım.

Güzellik tarih boyunca insan zihninde olan bir kavram. İnsan güzele meyil eder, çekim duyar. Gö­zümüz, gönlümüz estetik olanı arar. İnsanın beyin yapısı incelendiğinde, burada da güzelliği, estetik olanı fark eden ve ona yönelen bir yapılanma vardır. Hatta bebekler, altın orana uygun simetrik, güzel olarak tanımlanan yüzler gördüklerinde, daha güzel tepki veriyorlar. Daha bebekken bunu ayırt ediyorlar ve kendilerine daha yakın buluyorlar. İnsan fıtra­tında güzele ve güzelliğe bir meyil var ama bu bir donanım olarak beynimizde de bulunuyor. Biz insan olarak, bir donanımla dünyaya geliyoruz. Ama dün­yaya geldikten sonra bu donanımın içine bir yazılım yükleniyor. Bu da içinde yaşadığımız toplumun, ça­ğın, coğrafyanın, kültürüne göre şekillendiriliyor, içi dolduruluyor. Mesela Rönesans Döneminde biraz daha kilolu diyebileceğimiz, balık etli diye tabir edilen insanlar daha güzel kabul edilirken, son 10 belki 20 yıl içerisinde de aşırı anoreksik, hastalıklı derecesinde zayıf olmak, güzel kabul edilmeye başlandı. Bunun sağlıkla ya da zindelikle pek il­gisi yok açıkçası. Sadece değişen, dönemsel gü­zellik algısıyla ilgili bir şey. Evet, güzeli arayan ve görmek isteyen bir yanımız hep var ama bu güze­lin içinin neyle dolacağı, neyle tanımlanacağı, dö­neme, yaşanılan coğrafyaya, çağa bazen ülkeye göre değişebiliyor.

Günümüz insanına beden üzerinden daya­tılan güzellik kavramı var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Biz eğer güzellik kavramının içini sağlıklı bir biçimde doldurmazsak, popüler kültür bunu faz­lasıyla yapacaktır. Medyanın her kolu, billboard­lar, reklamlar hatta oyuncaklar bile bunun taşı­yıcıları olacaktır. Bir şöhreti olan, kamuoyunda, göz önünde olan insanlar da bunun öncülüğünü yapıyorlar maalesef. Sadece beden üzerinden var olma, güzel, zinde, fit, genç ve çekiciyse var olabilme gibi bir hayat tarzını, insan algısı­na sunuyorlar. Takip edilen insanlara ve medya­nın film, dizi bazen de reklamlarda sunduklarına baktığımızda, genç ve güzelsen, çekiciysen de­ğerlisin. Değerin bundan ileri geliyor mesajları görüyorum. Bunlara maruz kalan insanların da sıkça daha güzel, daha fit, daha zinde görünmek için bıçak altına yattığını, ameliyatlar olduğunu, acılar çektiğini, maddî, manevî bedeller ödediği­ni görüyoruz. Hatta o kadar yaygınlaştı ki, sanat ya da gösteri dünyasında olmayan pek çok insan, yoğun bir şekilde estetik operasyonlar geçirme­ye başladı. Hem dünyada, hem ülkemizde bu konuda çok ciddi bir oranda artış var. Bu nok­tadan baktığımız zaman görüyoruz ki, biz artık kendimizi değerli hissetmek için, iç dünyamızdan gelen bazı unsurlara başvurmayı bırakmışız. Ken­dimizi değerli hissetmek için dış dünyanın bize sunduğu, o görsel maddî ve bedensel özellikle­rimize vurgu yapıyoruz, onların altını çiziyoruz. Mesela mide küçültme ameliyatı bugünlerde çok gündemde. Bu ameliyat, belli bir kilonun üzerinde olanlara, beden kitle indeksine bakıla­rak yapılıyor. Kilosu ciddi oranda yüksek olan ve gerçekten başka türlü kilo veremeyen insanlara, doktor raporlarından sonra yapılabilecek ciddi bir ameliyat. Ama son dönemde, kilosu aşırı olma­yanlar da, bunu kolay bir yöntem olarak görmeye ve mide küçültme ameliyat olma sınırına gelmek için, bile-isteye kilo almaya başladı. Bu ameliyat sonrası komplikasyon, midede kaçak olması gibi sebeplerle, ölümlere varan sıkıntılar yaşanabi­liyor. Ama bu bile caydırmıyor insanları. Çünkü böyle bir şeyi satın alabiliyorum, bedelini ödeye­biliyorum, o halde daha güzel, daha ince olmam benim hakkım diye düşünüyor. Biz bugün vücuda, sağlıklı bir or­ganın, kesilip alınabile­ceği, tasarlanabilir bir materyal olarak bakmaya başladık maalesef.

Peki ne yapmalıyız?

Çocuklarımıza değerlilik duygusunu beden­den bağımsız olarak vermeliyiz. Mesela küçük bir çocuk hâyal edin, çok güzel, sevimli, tatlı bir ço­cuk. Bütün çocuklar kendini sevdirir ama bazıları­nın farklı bir albenisi olur. Gözleri ne kadar güzel, masmavi deriz bazen. Biz bunu vurguladıkça, bu çocuk kendisini mavi gözden ibaret zannetmeye başlıyor. Bunun çok büyük bir değer olduğunu dü­şünüyor. Bir çocuğa, farklı kişilerden olmuş dahi olsa, devamlı bu tarz şeyler söylendiğinde bir ego şişmesi yaşıyor. Zamanla da kendini güzelliğiyle tanımlıyor, kendini bedeninden ibaret var sayma­ya başlıyor. Ya da başka bir çocuk yanında beden­sel özellikleriyle övüldüğü zaman, diğer çocuk komplekse giriyor. Bugün pek çok kız çocuğu 18 yaşını doldurduğunda, ailesinden hediye olarak, burun estetiği veya başka bir estetik operasyon istiyor. Biz çocukların ve gençlerin sürekli fiziksel özelliklerinin altını çizersek, bunlardan dolayı on­ları över ve kıymet verirsek, o da kendini bundan ibaret bilecektir. Onun için daha çok Ne kadar çalışkansın, ne kadar disiplinlisin seni takdir edi­yorum. Ne kadar doğru sözlüsün bu çok güzel bir özellik. Bu yönüne hayranım. gibi manevî güzel­liklerinin altını çizmemiz lazım. Beden bize do­ğuştan verilen, seçmediğimiz bir şey. Artılarıyla, eksileriyle, hastalıklarıyla, engelleriyle, bazen de avantajlarıyla sunulan bir hediye ve nimet. Beden bize verilmiş bir emanettir, bu emanetin sağlığını bozamayız. Sigara içmememiz, sağlıklı beslenmemiz lazım. Vücuda gönderdiğimiz gı­daların, aldığımız ilaçların ne olduğu da önemli. Çünkü bu beden emanetine iyi bakmamız lazım. Onu derli toplu sağlıklı tutmamız, öz bakımımızı yapmamız lazım. Aynaya baktığımızda kendi­mizden hoşnut olmamızda, öz bakımımızı yap­mamız ve estetik, zarif olmamızda bir problem yok. Estetik ve zarif görünmek, inancımızın da bize öğrettiği bir şeydir. Psikolojide de bir insa­nın yaşına konumuna ve sosyal ortamına uygun şekilde bakımlı olması, öz bakımını yapması ruh sağlığının belirtisidir. Problem olan kendine bak­mak değil, bunu abartmak ve kendini sadece bundan ibaret zannetmek. Bedenimiz bizim yal­nızca kabuğumuz, özümüz değil. O yüzden ço­cuklarımıza değer verirken, önemli olanın sağlık olduğu, bir insanı güzel veya çekici yapan şeyin sıcaklığı, samimiyeti, gülüşü, iyi niyeti ve insan­larla kurduğu dostane ilişkiler olduğunun altını çizmemiz ve küçüklükten itibaren bunu daha fazla işlememiz lazım.

Güzellik ve estetik kavramları hayatımızda ne derece yer almalı? Hangi noktadan son­ra sağlıksız bir hale/ takıntıya dönüşebilir?

Dismorfofobi diye bir bozukluk var. Kişi be­deni sağlıklı ve düzgün olduğu halde, kendini olduğundan çok daha kilolu, çok daha zayıf, çok daha kusurlu algılıyor. Bu yüzden de bedenine sürekli müdahale ediyor. Bu da artık literatüre girmiş bir rahatsızlık. Bu düzeyde takıntı yap­tıysak, mutlaka bir uzman yardımı almamız ve benlik değerimizi çalışmamız lazım. Ben neden bu kadar değersiz hissediyorum ve kendime de­ğer vermek için, sürekli dışarıdan bir müdaha­leye ihtiyaç duyuyorum? Bunun için de biraz iç alemimizi doldurmamız gerekiyor.

Kozmetik sektörü

Kesinlikle kökeninde ekonomik faktörler var. Çünkü insanların bunun için para harcamak­tan kaçınmayacakları biliniyor. Mesela kozmetik sektörü savaşın olduğu yerde bile çok kolay ge­rilemez. İnsanlar savaş zamanı bile morallerini yüksek tutmak için ve kendilerini iyi hissetmek için kozmetik harcamalarından vazgeçemiyorlar. Mesela Amerika da savunma sanayisinden sonra en çok paranın döndüğü sektör, kozmetik sektö­rü. Moda, kozmetik, diyet, estetik operasyonlar buralarda da çok ciddi bir endüstri dönüyor. Eko­nomi biliminin, pazarlama ve reklamın, bugünkü işlevi, aslında yeni ihtiyaçlar oluşturmak.

Güzellik ve estetiği takıntı haline getiren­lere, bilhassa da gençlerimize neler tavsiye edersiniz?

Özellikle ergen kız çocuklarında görüyoruz ki, daha 17 yaşında görünürde hiçbir problem yok ama çirkin buluyor kendini, sokağa çıkmak istemiyor. 36-38 beden, bir altmış beş boyunda gayet orantılı, ölçü bir kız çocuğu ama kilo ve­rmiyorum, zayıflayamıyorum, çok şişmanım diye ağlayabiliyor. Bunlar çok ciddi üzüntü oluş­turuyor çocukta. Peki neden? İzledikleri film­lerde, dizilerde aslında çok sağlıksız olan ano­reksia, bulimia gibi yiyip kusarak da olsa zayıf kalan figürler var. Bu insanlar bir sürü sağlık­sız operasyon geçiriyorlar, ölümden dönüyor­lar, bazıları yiyip kusarak, bazıları kokain gibi maddeler kullanarak zayıf kalıyor. Gençlerimiz işte bu figürleri görüp ben çok şişmanım diye kendini ciddi üzüntülere sokuyor. Ruh sağlıkları etkileniyor. Bundan 50-60 yıl öncesine kadar, zayıflık takıntısı bu kadar yoktu. 1960 larda Twiggy isminde, sıska olarak bilinen Avrupada ünlü olan bir manken kızcağız var. Aşırı, hasta­lıklı denecek kadar zayıf. Ondan sonra bu furya günümüze kadar geliyor. Fransa geçen yıl, genç kızlarımızı sağlıksızlığa özendiriyor diye, sıfır beden mankenlerin podyuma çıkmasını yasak­ladı. Bunun bütün dünyaya yayılmasını diliyo­rum. Çünkü, gerçekten sağlıksız olan bir beden algısını, medya eliyle yerleştirdiler.

Röportaj: Büşra Nur YILDIZ

 Tüm hakları saklıdır.