İçinde yaşadığımız kültür bizi ve düşüncelerimizi sınırlar. Bundan bağımsız düşünebilmek için coğrafyayı değiştirmek gerekir. Yoldan dönen kişi artık yola çıkan kişiden başka biridir. Gezip gördükleri, deneyimledikleri ruhunda iz bırakır. Seyahat, dünyayı biraz da başkalarının gözünden görmemizi ve esnek olmamızı sağlar. Çünkü başka coğrafyalarda başka hayat hikayelerine dokunuruz. Böylece bizim yaşadığımız hayatın ve ihtiyaç dediğimiz şeylerin asıl ve temel olmayabileceği gerçeğiyle yüzleşiriz.
Çocukken bize anlatılan masallarda az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, 40 gün 40 gece gittik, kaf dağının ardı gibi yol ve uzağı tarif eden söylemler vardı. Bu da hayal gücümüzü çalıştırırdı, neresi burası derdik, ne kadar uzakta olabilir. Masalsı bir yer hayal ederdik anlatıya uygun olarak. kitabınızın adı bende bu çağrışımı yaptı nedense. Yoksa günümüz algısında on adımda bavul hazırlama teknikleri mi gelmeliydi akla, ne dersiniz.?
Seyahat terapi derken tam da o masalsı iklimlerdeki anlamıyla yapılan seyahatleri kastediyoruz aslında. Zira günümüzde aldığı şekliyle seyahatler, kişiye genellikle yorgunluk ve külfet olarak geri dönüyor. Tur şirketleri, kısa süreye sıkıştırılmış programlarla az zamanda çok fazla yer, eser göstermeyi vaad edip bizi koşturuyor. Birkaç fotoğraf çekilip alelacele diye diğer hedefimize yola koyuluyoruz. Sanki yeterince o türbeyle, kaleyle, camiyle hemhâl olmuşuz gibi, onun bize fısıldadıklarını duymuşuz gibi yapıyoruz ama duymuyoruz. Obur bir şekilde, tüketime yönelik bir seyahat algısı gelişti. Herşey dahil lüks otel tatillerini ise seyahatten ziyade eğlence olarak tanımlayabiliriz ki tercihe bağlı bir etkinliktir. Bedensel hazları doyurmaya odaklı bir tatil seyahat terapiyi karşılamıyor.
Seyahat ve seyyahlık aslında kültürümüzde oldukça yer alan ve saygı duyulan bir durum. Seyahatten sağlıklı çıkmayı nerde kaybettik? Niye ne kadar gezersek gezelim yorgunuz, eskilerde mi biz de mi bir tuhaflık var?
Zaman değişti, buna bağlı olarak yaşam biçimlerimiz de değişti. Seyahat alışkanlıklarımız da elbette bu değişimden etkilendi. İlk seyyahlar bilginlerdi. Bu yüzden seyahatnamelerde coğrafya, astronomi, mitoloji, tarih ve eczacılık bilgilerine de rastlanır.
Bu insanlar ilim tahsili için, bir meselenin aslını öğrenmek için, alanında otorite olan bir alimden ders almak için yollara düşmüşler. Üstelik de yolların ve ulaşımın bu kadar gelişmediği dönemde, düşünebiliyor musunuz fedakarlığın boyutunu? Böyle bir motivasyonla yola çıkan insan yorulur mu? Yaşadığı zorluklar onu etkiler veya caydırır mı?
Bizler şimdi tatil organizasyonlarımızda en ufak aksaklıkta geriliyoruz. Çünkü temelde yola çıkış amacımızda farklılık var. Beklentilerimiz hazza ve gittiğimiz yeri tüketmeye odaklı. Orayı keşfetmek, hissetmek, derinlemesine bir tefekkürle dönüşüm yaşamak değil amacımız. Oraya da gittim, burayı da gördüm, fotoğraf, video da çektim, geçen yaz da xdeydim şekerim diye devam eden sohbetlerin konusu olmak için gidiliyor oraya sanki daha çok. Her dönemin popüler mekanları, coğrafyaları oluyor (Olimpos, Kaş, Alaçatı, Türkbükü gibi) Durup anlamak, o mekanla hemhal olmak günümüzün tatilcilerinde pek göremediğimiz hassasiyetler. Haz ve hız çağındayız. Bunlar da insanı ve eylemleri tüketen olgular.
Peki o halde seyyahla turist birbirinden farklı mıdır? Ayırmamız gerekirse birbirinden nasıl ayrılır?
Evet, her ne kadar birbirinin yerine kullanılsa da esasen seyyah ve turist kelimeleri birbirinden farklı anlamlara geliyor. Seyyah olmak farklıdır. Turist kendine sunulanı görür, yaşar ve öğrenir. Oysa seyyah kendi görmek istediklerini görür, arzuladığı şeyleri yaşar. Kimseye tâbi değildir. Seyyah, gördüklerini, yaşadıklarını biriktirir. Bir kez gider, binlerce kez yaşar. Seyyahlık bir iş gibidir. Seyyahı turistten ayıran en belirgin fark, gezmeyi iş edinmesidir.
Seyyah, doğayı sever, bulunduğu ortamı tanımak ister, farklı dilleri, kültürleri, gelenekleri merak eder. Lüks ve konfor düşkünü değildir, gittiği yere kolayca uyum sağlar, mütevazıdır, gerektiğinde peynir ekmekle de doyar. Tektiplikten, monotonluktan hoşlanmaz, keşfetmek deneyimlemek ister. Kentin ara sokaklarında dolaşmayı sever, kopya ve endüstriyel (üretilmiş) kültürden hoşlanmaz. Renkli, geleneksel kültürlere sahip çıkar. Bilir ki kültüre yolculuk, aslında insanın kendi içine yolculuğudur.
Turist ise katıldığı tur şirketinin ona sunduğu programı tüketen bir tüketicidir daha çok. Standart olarak herkese sunulan ilginç yerler ve etkinlikler ise kafiledeki herkes için o kadar da çekici olmayabileceğinden çoğunlukla turistin yanına yorgunluğu kâr kalır.
Seyahatle terapinin olmazsa olmazı nelerdir? Seyahatle sağlık bulanlar nasıl yapıyor bu işi?
Öncelikle seyahate bakışımızı değiştirerek işe başlayabiliriz. Bol eğlenceli, güneşlenmeli, adrenalinli, aktiviteli bir zaman dilimi beklentisiyle seyahate çıkan birinin ordan alacağı şey bedeni dinlendirip hazza doyurmak olacağından bizim kastettiğimiz manada bir terapinin gerçekleşmesi pek de mümkün görünmüyor. En başta o beklentiyi değiştirip güncellemek gerek.
Terapi, kişinin kendi iç alemine yaptığı, uzun, sabır gerektiren, zaman zaman zorlayıcı olan fakat genel olarak zevkli bir yolculuktur. Seyahat de kişiyi bir üst varoluş katmanına taşıyan bir terapi biçimidir. Burada kişinin rehberi (terapisti), bizatihi yolculuğun kendisidir. Yolcuğun bizi yetiştirmesine, eğitmesine, tedavi etmesine izin verirsek etkili ve dönüştürücü bir etki yapacaktır üzerimizde.
Kendimizi tefekküre hazırlamalıyız seyahate çıkarken ve bilinmeyene Göreceğimiz dağlar, ovalar, göller, çeşitli hayvanlar, bazen kurumuş bir ağaç, bazen küçük bir kulübedeki insan hikayesi bizi tetikler seyahatte. Şükrü ve kanaati hatırlarız, dertlerimize dönüp bir de dışarıdan bakarız.
İçinde yaşadığımız kültür bizi ve düşüncelerimizi sınırlar. Bundan bağımsız düşünebilmek için coğrafyayı değiştirmek gerekir. Yoldan dönen kişi artık yola çıkan kişiden başka biridir. Gezip gördükleri, deneyimledikleri ruhunda iz bırakır. Seyahat, dünyayı biraz da başkalarının gözünden görmemizi ve esnek olmamızı sağlar. Çünkü başka coğrafyalarda başka hayat hikayelerine dokunuruz. Böylece bizim yaşadığımız hayatın ve ihtiyaç dediğimiz şeylerin asıl ve temel olmayabileceği gerçeğiyle yüzleşiriz.
Persona dediğimiz maskelerimizden arınmak da yine seyahatle kolaylaşır. Çünkü gittiğimiz yerde unvanımız, statümüz, servetimiz ve belki eğitimimiz pek de önemli olmayacak, sade bir vatandaş olarak maskesiz yaşamayı öğreneceğiz, bu da çok büyük bir kazanımdır olgunlaşmak adına.
Peki bu "persona" larımız'la nasıl başa çıkacağız? Seyahat burada tam olarak nasıl işlev görüyor?
Aslında personalar günlük hayatımızı sürdürmemiz için gereklidir. Nerde nasıl davranacağımıza dair şemalarımızın, alışkanlıklarımızın olması bizi bir yere kadar rahat ettirir. Sorun şu ki bazen kişinin günlük hayatının gerekliliği olarak taşıdığı personalardan biri, kendi işlevini aşar. Kişinin hayatını işgal eder. Kişi mesela evde de asker veya öğretmen olarak davranırsa, mesleki personasını işyerinde bırakamazsa, bunun gibi katılıklar onun hayatını çok zorlaştırıyor. İnsan ilişkilerini çıkmaza sokuyor. Esneklik ve uyum göstermezse persona ona yük olmaya başlıyor. Bazen de kalıplaşmış bir personanın arkasına saklanan insan, kişiliğinin geri kalan yönlerini reddedebiliyor. Çok patolojik vakalarda elbette psikoterapist yardımı (ve ek olarak seyahat) gerekir. Ancak böyle olmayan durumlarda seyahat tek başına da çok çok iyi bir tedavi edicidir.
Seyahat personalarımızı gevşetir ve bizi onların ağırlığından kurtarır. Müşahade ettiğimiz yeni yerler ve yaşam deneyimleri kalıplaşmış maskelerimizden arınmamızı ve özümüzü keşfetmemizi sağlar.
Bir müslüman için en büyük seyahat hac yolculuğu Aslında şimdi düşünüce, yolu kısaltmak iyi olmamış. önceden hac yolculuğu uzun ve başlı başına bir serüvenmiş Şimdi uçakla işten çıkıp, hopppp mekkedesin. Bu kadar büyük yolculuğa saniyelerle geçiş mümkün olur mu Ondan bazı insanlar hayal kırıklığı ile dönüyorlar Mekkeden. Kolay varıyolar çünkü seyahatin hedef noktasına Yanılıyor muyum?
Mevlana der ki ucuza alan, ucuza satar. Elbette binbir güçlükle ve uzun sürede varılan bir hedefi daha kıymetli ve anlamlı algılarız. Bu kaçınılmaz bir döngüdür. O uzun süren meşakkatli yolculuklarda insanlar hayal kurarak, ümid ederek dua ederek yola düşüyor ve o hal üzere yolculuk yapıyorlardı. Günlerce o hali koruyarak seyahat etmenin kendisi zaten başlı başına bir ibadet ve tekamül vesilesi. Kabeye giden karınca misali, varamasam da o yolda ölürüm diyen karınca hani
O yolda olmanın kendisi bile bizatihi ibadetti. Şimdi ulaşım kolaylaştı, eskisi gibi zahmetli değil yolculuklar. Biletimizi erkenden alsak da dünya telaşı havalimanına kadar bizi takip edebiliyor. Belki bir hafta öncesinden bir hacc/umre mooduna girerek bunu telafi edebiliriz. Nasıl olur bu? Hemen her gün birkaç sayfa kuranı kerim okuyarak, siyer (Peygamber efendimizin hayatı) okuyup yaşadıklarını hatırlayarak, Hz. İbrahimi, Hz. Hacerin hayatlarını ve mücadelelerini tefekkür ederek, televizyonu ve interneti minimuma indirerek, sosyal medya orucu tutarak Bir hafta öncesinde başlanacak böyle bir ruhsal hazırlık, kutsal topraklara indiğimizde manevi jetlag olmaktan bizi koruyacaktır.
Bizi doğu kültürünün unutulan bir hasletiyle tekrar tanıştırdığınız için teşekkür ederiz. emeğinize sağlık.
Rica ederim :)
|